Günübirlik uçaklı Anadolu gezileri:
Daha ekonomik, daha hızlı ve daha yapılabilir
Bizim şansımıza, uçak bileti aldığımız gün İstanbul'daki son otuz yılın en yoğun kar yağışlı gününe denk geldi, ama bu bile bize engel olamadı; Adana'ya gittik, dört bir tarafını dolaştık, nefis kebaplarını afiyetle yedik, akşam (gecikmeli de olsa) evimize döndük. Artık birçok şehrimize havayolları günde birden fazla sefer yapıyor; sabah gidip akşam dönmek mümkün. Böylece konaklama masrafı da olmadığından çok daha ekonomik geziler organize edilebiliyor. Otele giriş, yerleşme, çıkış zaman kayıpları da olmadığından az zamanda çok şey yapılabiliyor.Adana Havaalanından merkeze nasıl gidilir?
Sabah yedi buçukta Adana havaalanına inmiştik bile. Adana havaalanı, birçok havaalanını aksine neredeyse şehrin içinde. Zaten minicik bir havaalanı olduğundan, uçaktan inip havaalanının arazisinin dışına çıkmak topu topu beş on dakika. Önceden araştırdığımız üzere havaalanı taksileri çift tarife uyguluyor, birkaç adım yürüyüp havaalanı arazisinden çıkınca da dışarıda bekleyen taksilere normal tarife ile veya bir toplu taşımaya binmek mümkün. (havaalanın içinden şehir merkezine Havaş gibi başka toplu taşıma yok.)Günübirlik geldiğimizden bagaj derdimiz de olmadığından uçak indikten birkaç dakika sonra havaalanı dışındaki taksiye binmiş, kahvaltı etmek üzere ilk durağımız ciğerci Birbiçer'e yola çıkmıştık bile.
Adana'da ciğerli kahvaltı nerede yapılır? Birbiçer kebap salonu
Birbiçer'de ciğerle kahvaltı edip güne başlamak harikaydı. Ocak başına oturduk, önümüzde ciğerlerin cızır cızır pişmesini izledik, mis gibi pişmiş kuyruk yağı kokusunu içimize çektik. Usta çevire, çevire; ciğerleri tam kıvamında pişirdi. Eh Adana'dayız ya pişmesine yakın avuç avuç biberi ciğerlerin üzerine serpiştiriverdi. Bu kadar acıdan sonra ben nasıl yerim acaba dedim ama gerek bu ciğerler gerekse daha sonra yediğimiz kebaplar, hiçbiri, çok acı yemez benim yiyemeyeceğim kadar acı değildi.Kuzu ciğerleri yumuşacık, sinirsiz ve gayet kararında pişmişti. Afiyetle ciğerlerimizi yedik, Ali Göde şalgamımızı içtik. Sabahın sekizi olmasına rağmen ciğerci neredeyse doluydu. Ciğer dışında, sabah sabah Adana kebap da yiyenler vardı. Anladığım kadarıyla ciğer, kebap bahane; etle güne başlamak şahaneydi Adana'da...
Adana Şehir Merkezi
Birbiçer şehir merkezinin yakınındaydı, ciğerli sağlam kahvaltı sonrası yürüyerek şehri keşfetmeye koyulduk. Böylece yediklerimiz de sindirilir bir sonraki kebaba yer açılırdı. Zaten tüm Adana gezimiz, ye dön dolaş ve yine ye şeklinde geçti :).Biraz yürüdükten sonra, derme çatma evli arka sokaklardan, koca koca eski binaların bulunduğu ana caddelere ulaştık. Doksanlı yıllardaki İstanbul'daymışım gibi hissetim bu bölgede, koca gri binalar, adım başı kuru yemişçiler...
Caddede biraz dolaştıktan sonra Mahmutpaşa ortamını çağrıştıran ara sokaklara girdik. Küçüklü dükkanlar arasında bir köşede, asılı işkembeler, akciğerler; tezgahında dizili paçalar, bağırsaklar ile dolu bir dükkan gördük. Gittik baktık meğerse burası bir dükkan değil, bir sürü dükkanmış, Kasaplar Çarşısı'na gelmişiz. Hepsinin önünde dizili bağırsaklar, kelleler, işkembeler ile gayet renkli bir görüntü oluşmuştu. Malum şirdan ünlü Adana yemeklerinden, mumbar da ünlü. Bir iki resim çekip, girişteki kasaba bir iki şey soracak olduk, kasap doğrudan gazeteciyseniz resim çekmeyin diye çıkıştı. Gazeteci değiliz ama malum, Adana'lıyık, Allah'ın adamıyık diye bir deyiş var; biz hafiften oralardan uzaklaşıverdik.
Şirdan ve mumbar nedir? Şirdan dolması nasıl yapılır?
Merak edenler için şirdan koyunun midesinin bir bölümüdür. Adana'nın yöresel yemeklerinden olan şirdan dolması, şirdanın iç pilav ile doldurulması ile yapılır. Mumbar ise kuzu bağırsağının iç pilav ile doldurulması ile yapılır. Özellikle şirdan görüntüsü itibariyle bir hayli ilginç. Biz Adana'da sakatat yemeği tercih etmedik ama yemek isteyenler için Şirdancı Bedo, Kuruköprü paça salonu gibi birçok adres mevcut.Türkiye'nin en yüksek saat kulesi Adana'daki Büyük Saat
Yürüyerek devam ettik ve Büyük Saat'in bulunduğu alana geldik. Karşımızda duran saat 32 metre yüksekliği ile Türkiye'nin en yüksek saat kulesiydi (ikinci uzun Dolmabahçe saat kulesi). Modernleşmenin simgesi olan saatin yapımına Adana valisi Ziya Paşa zamanında başlanmış ve 1882 yılında tamamlanmış. Kare prizma şeklindeki tuğla saat güzel görüntüsü ile bana Bologna'da gördüğümüz kuleleri hatırlattı ve çok hoşuma gitti. Büyük Saat civarında tek tük turistik dükkan da var ama çok da yeterli değil. Aslında malzeme çok ama kültür turizmi adına Adana'da alınacak daha çok yol var.Kazancılar Çarşısı civarı
Büyük Saat'in hemen yan sokağındaki Kazancılar Çarşısı'na girdik. Gitmeden buranın Gaziantep'teki Bakırcılar çarşısı veya Safranbolu'daki Demirciler çarşısı gibi turistik bir çarşı olmasını bekliyordum. Ama gittiğimizde gördük ki burası bir tarafta sac ustasının sacını işlediği, diğer tarafta bakır ustasının kalay yaptığı, boy boy kazanların satıldığı bir çarşı. Turistik değil, zanaatkarın emek döktüğü bir yer.Ulu Cami
Yolumuza devam ettik, biraz ilerideki Ulu Cami'ye ulaştık. 16.yy Ramazanoğulları Beyliği'nden kalan cami şehrin önemli tarihi yapılarından. Yanında da güzel bahçesinde oturulabilinen bir külliyesi var. Adana Ulu Camii, Sabancı Merkez Camii açılana dek Adana'nın en büyük camisiymiş.Seyhan nehri civarı
Devam ettik ve Seyhan nehrine ulaştık. Zümrüt renkli, berrak sulu Seyhan nehri bana göre Adana'yı diğer Anadolu şehirlerden ayıran en önemli özelliği. Bir yerde akan, duran bir su varsa orası bambaşka güzellikte oluyor derim ben hep. Nehir kenarında yürümek, nehre nazır bir çay bahçesinde oturmak bambaşka bir tat bırakıyor oralardan yolu geçmiş birinin hatıralarında...Adana'nın simgesi: Tarihi Taş Köprü
Kafamızı sola doğru çevirdiğimizde Adana'nın simgelerinden tarihi Taşköprü selamladı bizi. Seyhan nehrinin iki yakasını birleştiren köprü Roma döneminden kalma ve halen kullanımda olan en eski köprüymüş. Aslında 21 gözlü olan köprü Seyhan nehrinin ıslahı esnasında 7 gözü toprak altında kaldığından 14 gözlü olarak hizmet veriyor.Araba trafiğine kapalı Taş köprünün üstünden geçtik, Seyhan'ın billur sularına bir göz attık. Adana'nın kenar semtlerinden olan karşı yakada biraz dolaştık. Huyumuzdur, gittiğimiz yerin merkezi dışında da dolaşır oralarda bir yerlerdeki bir lezzet durağını aramaya koyuluruz. Vesile ile şehrin farklı bir yüzünü de görme fırsatı elde ederiz. Adana Hilton'un hemen arka sokağındaki bu yerleri görünce insan ister istemez burası mı Türkiye'nin beşinci büyük şehri diyor ve Türkiye genelindeki diğer şehirlerle ilgili bir genelleme yapıyor...
Kaburgacı Yaşar Usta
Velhasıl o ara sokakların birinde bir başka lezzet durağında mola verdik: Kaburgacı Yaşar Usta. Etrafı muşamba ile çevrilmiş, içeriye ve dışarıya bir sürü masa atılmış bir kulübe. Uzmanlık alanları da kebap ve ciğerin yanında kaburga. Adana'da kaburga bildiğimizden biraz farklı, kemiksiz olarak hazırlanıyor. Kaburga etrafındaki etler şişe dizilip mangalda pişiriliyor.Daha saat yeni 11 olmuşken biz Adana'daki ikinci ocak başında ateşin yanına kurulmuştuk bile. Bir Adana ve kaburga söyledik. Salaş bir yer olmasına rağmen içerisi gayet düzgündü, rahatsız olunabilecek hiçbir şey yoktu, aksine süper bir hizmet vardı. Bir dediğimizi iki etmeyen garsonlar, resim çektiğimizi görünce verin sizin de resminizi çekelim diyen yardımcılar; gayet sıcak ve samimi bir ortamdı...
Usta önümüzde Adana kebabımızı, erkek koyun etlerinden hazırlanan kaburgalarımızı kıvamında pişirdi. Adana kebap yağlı yağlı çok lezzizdi, kaburga yapısı gereği biraz daha sert yapılı olmakla birlikte iyi pişmiş ve lezzetliydi. Yanında da kebabın yağı emdirilmiş yumuşacık pide ekmekleri, acılı şalgam ve ayran, haydi afiyet olsun...
Adana'nın modern yüzü
Seyhan nehri üzerinde araba trafiğine açık diğer köprüden geçtik ve Türkiye ve Ortadoğu'nun en büyük camisi Adana Sabancı Merkez Camii'nin yanına geldik. Altı minareli cami alışagelmiş olduğumuz cami formatının bir benzeri idi ancak büyüklüğü ve heybeti ile dikkat çekiyordu.Sabancı Camii'nin hemen arka taraftaki Merkez Park'a geçtik. Kocaman bir araziye kurulmuş merkez park adeta bir Central Park'tı. Güzel peyzajlı yeşillikler, top koşturulabilecek çimenler, nehir kenarında kafeler, üç vardiye güvenliğin beklediği bir yer. Nehir kenarıdır, kıymetli arazidir en iyisi imara açayım demeyip halkın nefes alacağı bir yer yapmayı yeğlemiş, böylesi yerel yönetimler başka yerlere de örnek olmasını dilerim. Keşke İstanbul'da da böylesi güzel parklarımız olsa diye düşündüm...
Seyhan Nehri'nin kenarında bir çay bahçesinde oturduk soluklandık. Nehrin zümrüt sularına bakıp huzur bulduk. Etrafta meyveleri dalında greyfurt, turunç ağaçları vardı. Hayatımda ilk defa bir turuncun tadına baktım, ekşiliğinden yiyemedim tabii ama ellerim mis gibi koktu.
Adana'nın modern caddeleri: Ziyapaşa, Atatürk ve Gazipaşa
Merkez parkın üst tarafından devam ettik, Adana'nın modern caddeleri Ziyapaşa, Atatürk ve Gazipaşa caddelerini bulduk. Daha yeni binalar, geniş caddeler ve gelir durumu daha yüksek modern insanlar vardı buralarda. Adana şehir merkezi çok da büyük olmadığından şehrin kırsal kesimi ile modern kesimi arasında geçişler çok keskindi. Varoşlarda dolaşırken bir anda İstanbul'daki birçok mekanın şubesi olan caddelerde bulduk kendimizi.Adana'da öğle yemeği nerede yesek?
Öğle yemeği yiyeceğimiz yer olarak kebapçı Mesut'u belirlemiştik, ancak foursquare'de belirtilmiş adrese gittiğimizde uyanık çakmasının yeri ile karşılaştık. Yakınlarda başka neresi var diye bakındığımızda yine tavsiye edilmiş olan Cik Cik Ali'nin yerine karar verdik. Bu arada kime sorsak, hangi yoruma baksak herkesin sevdiği kebapçı Adana'nın en iyi kebabını yapıyordu. Sonuç olarak Adana'da hep çok iyi kebap yedik, hepsi de İstanbul'dakilerden çok daha iyiydi.Cik Cik Ali'nin Yeri
Velhasıl Cik Cik Ali'nin Yeri'ni bulmak üzere yine merkezin biraz arkasındaki ara sokakların birine gittik. Yine derme çatma bir binada bir ocak ve yan odada masalar şeklinde bir yerdi. İçeride sırf burada yemek için geldikleri anlaşılan memurlar, aileler, insanlar vardı.Masamız diğer yerlerdeki gibi hemen sumaklı soğan, ezme domates, limon maydanoz, göbek salata gibi tabaklarla donatıldı. Burada yan tabaklar daha da zengin tutulmuş, zeytinli roka, yağlı soğan mantar gibi mezeler de sunulmuştu. Tabii yine bunlardan ekstra para alınmıyordu.
Cik Cik Ali'nin Adana kebabı İstanbul'daki Adana'lara daha yakındı. Acısı daha hafif, biraz daha yağsız, diğer yerlerdeki gibi pişerken üzerine bastırılmamıştı. Kebabın sinirsiz etinin lezzeti ise gayet güzeldi.
Bu kebaptan sonra artık rehavet çöktü, tüm gün dolaşmanın yorgunluğu kendini gösterdi. Vaktin öğleden sonrayı gösterdiği o saatlerde Adana'da gezmeyi planladığımız yerler bitti. Tempomuzu biraz yavaşlatıp Ziyapaşa civarında dolaştık. Adana'nın modern yüzlerinden La Creme'de oturup çay içtik, beyaz kremalı pofuduk profiterollerinden yedik.
Son durak Koço Restaurant
Biraz daha dolaştıktan sonra Adana'da gitmeyi planladığımız son yer Koço'ya gittik. Şimdiğe dek gördüğümüz iyi lezzetli Adana kebabı sunan yerlerin hepsi derme çatmaydı, Koço bunlardan farklı olarak beyaz masa örtülü nezih, güzel bir ortamda hizmet sunan, alkol de içilebilen bir yerdi.Koço'nun kendinden yağlı denen yağlı et kebapları meşhur. Bizim çok fazla yiyecek halimiz kalmadığından burada da bir Adana yiyelim, bir de Adana kebaba maydanoz ve taze soğan eklenmiş hali olan beyti deneyelim dedik. Pastırmalı humus, haşlama içli köfte gibi sıcak başlangıçlar da denedik. Bize mi rastladı bilmem içli köfte ve kebapta et biraz sinirliydi. Kebap gün içinde yediklerimin en acısıydı. Tatlı olarak bir de bol fıstıklı kadayıf söyledik. Tatlı yedik, kebap dolu günümüzü tatlı bitirdik. Yemek yediğimiz yerler ile ilgili ayrıntılı bilgi ve fiyatlar ilgili yazılarda.
Aslında "günübirlik Adana" gezimizde yürümüş olduğumuz yaklaşık yirmi kilometrelik yol, yiyip içmiş olduğumuz altı farklı mekan bizim gezi anlayışımızı özetlemekte. Bol bol gez, bol bol ye, bol bol yeni şey keşfet, az zamana birçok şey sığdır. Nice güzel gezilere...
Gezi Tarihi: Şubat 2015