Cunda'nın ve Cunda tatilinin tadını çıkartmak için büyükşehirlerde alıştığımızın aksine tempo biraz düşürülmeli. Acele etmeden, telaş etmeden sindire sindire dolaşılmalı. Taş Kahve'de uzun uzun oturulmalı, güzel sokaklarında aheste aheste dolaşılmalı, akşam olunca balık restaurantlarında keyfine vara vara yemek yemeli. Yani her şeyi biraz ağırdan almalı...

Cunda Sahili

Biz güzel Cunda'nın önce sahilinde dolaştık. Dondurma satıcıları, balık restoranlarının içeriye buyur etme davetleri eşliğinde sahilde baştan başa yürüdük. Yıllar önce gelmiş olduğumuz Cunda'nın sahil kısmının hiç değişmediğini gördük. Sahil boyunca dizili sıra sıra restoranlar ve günübirlik turistleri çekme telaşındaki mekan çalışanları...

Taş Kahve

Taş Kahve önündeki taze badem satıcılarından bademimizi alıp kahveye oturduk. Çayımızı, ada çayımızı söyleyip uzun uzun dinlendik; geleni geçeni, karşıdaki denizi izledik. Oğlumla soyup soyup taze bademleri götürdük.

Cunda sokakları

Sonra attık kendimizi arka sokaklara. Çiçeklerin süslediği güzel taş evleri, güzel taş sokakları gördükçe Cunda'nın asıl güzelliğinin buralar olduğunu düşündük. Yıllar önceki ziyaretimize göre sokakların ve birçok evin daha bir derlenip toparlandığını gördük ve çok beğendik.

Cunda sokaklarında Cunda sokaklarında
Cunda'nın güzel sokakları

Ara sokaklarda dolaşırken yakınlardaki okuldan Cuma çıkışında söylenen İstiklal Marşı sesi geldi. Marş, artık büyük şehirlerde pek de rastlamadığımız bir nostalji yaşattı bize. Marşı duyan Cafe'de, parkta oturan insanlar ayağa kalktı, yoldan gelip geçenler durdu bekledi. Küçük yerin güzelliği!


Sokaklar arasında dolaşa dolaşa tepeye kadar çıktık. Kimi bir Cundalı'yı görüp selam verdik. Güzel evlerin, çiçekli kapıların önünde fotoğraf çektirdik.

Aşıklar tepesi ve Yel değirmeni

Tepeye çıkarkenki hedefim belliydi: daha önce çok güzel bir Cafe'si de olduğunu okuduğum, Cunda'ya gelirken tepedeki yel değirmeni ile gözüme ilişen Rahmi Koç Müzesi kitaplığı.


Müze, harabe durumdaki bir taş kilise yanından kıvrılınca yel değirmenli taş binası ile karşımıza çıkıvererdi. Eski kilise ve yanındaki yel değirmeni Koç Müzesi tarafından restore edilmiş ve Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak kullanılmaya başlanmış. Müze - kitaplığa giriş ücretsiz. Önünde de Cunda ve deniz manzaralı çok güzel bir Cafe'si var.


Cunda tepesinden manzara izle

Sakin bir Cunda akşamında manzaraya karşı Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı'nın cafe'sinde oturduk. Cunda'ya, denize, denizin ortasındaki minik adaya ve karşıdaki tepelere uzun uzun baktık. Cafe çalışanlarına karşıda gördüklerimizin nereler olduğunu sorduk. Karşıdaki minik ada Tavuk Adası'ymış. Gördüğümüz tepeler ise ada değil, ana karaya bağlı Hakkıbey yarımadasıymış. Yan yana duran ikiz tepelerden tepesine yol çıkanı ünlü Şeytan Sofrası imiş, Sarımsaklı plajları ise bu yarımadanın arkasında kalıyormuş.


Kahvede oturduuk, Cafe'de oturduuk, sokaklarda dolaştıık, akşamı ettik.

Cunda sahilinde balık keyfi yap

Cunda'da zaten yapılacaklar: bir şeyler ye biraz dolaş, bir şeyler iç biraz dinlen, oku yaz çiz sohbet et, sonra gene bir şeyler ye şeklinde süper dinlendirici bir tempo ile gitmekte. Sıra geldi deniz kenarında sefaya. Rüzgarsız bir havada, dalgasız denize karşı oturduk, mezelerimizi, deniz mahsüllerimizi ortamın tadını çıkara çıkara yedik. (Cunda adasında nerede ne yenir yazısı burada.)



Bu tempo ile Cunda'daki kısa tatilimizi geçirdik. Kimi sokaklarda dolaştık, kimi bir park bulduk kaydık sallandık. Sokaklardaki çiçekleri kokladık, kedileri kovaladık, sokaklara doğru sarkmış olan koca koca kara dutlardan oğluma tadımlık kopardık. Cunda'ya doyamadık... Dönmeden son bir sefer deniz kıyısı boyunca yürüdük, denize, martılara, karşıdaki koylara veda ettik...

İlgili yazılarım:

Gezi Tarihi: Mayıs 2013