Daha önceki Yedigöller gezimiz tam bir maceraydı. Önceden üstünkörü bir araştırmış ve gitmeye karar vermiştik. Kaldığımız Koru Otel'de nasıl gidebileceğimizi sorduğumuzda "Bolu'dan 40km. Ama yol bayağı kötü." cevabını almıştık. Canım altı üstü 40km, hem ne kadar kötü olabilir ki deyip puslu ve hafif hafif çiseleyen bir havada düştük yollara. Tabii bu zorlu macera esnasında benim yedi aylık hamile oluşum önemli bir nokta...

( Bir sonraki Yedigöller Gezimiz'in yazısı da burada )

Önce Bolu içinde biraz kaybola kaybola sonunda yolu bulabildik. Gittik, gittik, gittik. Navigasyonda Yedigöller'in yerini bulamamış şurasıdır herhalde dediğimiz yere geldik, ortalıkta göl falan yoktu. Dağların en tepelerine kadar çıktık. Cep telefonları çekmemeye başlamıştı. Etraftaki pus giderek çoğalmış ve tepemizdeki kara bulutlardan yağmur yağmaya başlamıştı. Yol otelde dedikleri gibi "gerçekten" çok kötüydü. O kadar gittikten sonra bir noktadan sonra geri dönmek de olmuyor... Öyle böyle vardık Yedigöller'e. Vardığımızda gördük ki biz tek değildik. Onlarca insan gelmişti taa oralara, hatta otobüsle turlar bile gelmişti.

Göllerin güzelliklerini seyrede seyrede dolaştıktan sonra bir süpriz daha bekliyordu bizi. Gelmeden var olduğunu okuduğumuz alabalık tesisleri yoktu. Hatta yemek yenilebilecek hiçbir yer yoktu. Etrafta turlardakilerin pişirdiği sucuk kokusu eşliğinde yedi aylık hamile ben yanımızdaki birkaç meyvayı kemirip döndük geriye. Bolu merkeze indiğimizde bizim giderken bulamadığımız Yedigöller yolunun başında meğerse heyelan sebebiyle yol kapalı yazıyormuş...


Böyle bir macera sonrasında bu seyahatimizi çok iyi planladık. En zorlu konu yoldu. İnternette araştırırken Yedigöller'e Düzce üzerinden köy yolu yapıldığını buldum. Sonunda dedim, iyi bir iş yapılmış ve yollar düzeltilmiş. Aferin Düzce iline, yıllardır Bolu'nun yapamadığını yaptı. Ben güzelliklere giden yolların düzgün olmaması gerektiği aksi taktirden bozulacağını düşünenlerden değilim. İnsanlar İstanbul'dan Ankara'dan kalkıp kilometrelerce yol tepip geliyorsa daha iyi yollardan geçmeyi hak ediyordur. Sen bir zahmet yolları yapmanın yanı sıra oraları koruyup kollamanın da yolunu bileceksin bana göre...


Velhasıl Düzce'den çıkıp Yığılca ve köyler üzerinden Yedigöller'e doğru yola koyulduk. Yol düzgün olmakla birlikte biraz uzundu, bir de yer yer oğluşumun midesini bulandıracak kadar çok virajlıydı. Ancak son onbeş yirmi kilometrede asfalt yol bitti mıcır dökülmüş, yer yer mıcırdan dolayı arabanın kaydığı tehlikeli bir yola dönüştü. Dikkatli bir sürüş sonrası sonunda Yedigöller'e ulaştık.

Biz varmadan meğerse bütün Ankara ve İstanbul oraya varmış. Merkezdeki Büyük göl etrafında arabamızı park edecek yer zor bulduk. Göllerin üstü kalabalıkların yaptığı mangallardan çıkan dumanla kaplıydı. Mis gibi orman havası yerine mangal kokusu alıyordunuz.

O kalabalıklardan uzaklaşıp yol boyunca Bolu tarafındaki girişe doğru yürüdük. Oradaki Sazlıgöl, İncegöl ve Nazlıgöl'ü gezdik. Biraz zorlu bir dağ yolundan gidip gümbür gümbür sularının aktığı Dilek Çeşmesi'ni ve biraz cılız akan şelaleleri gördük... Dilek çeşmesininden aşağıya büyük göle doğru dere kenarlarından giden yoldan gitsek mi diye düşündük. Ama o yoldan gelenlerden parkurun oldukça zorlu olduğunu bir başka sefer oğlum daha büyük olduğunda geldiğimiz zaman gitmeyi uygun bulduk...



Nazlıgöl kenarında diğer yerlere göre daha sakin güzel genişlik bir alan vardı. Hatta o alana kampçılar kamplarını kurmuşlar gayet organize bir şekilde çalışıyor gibilerdi. Ancak daha sonra öğrendik ki kampı organize eden profesyonel bir ekipmiş. Yemeğinden ateşine, sabaha kadar nöbet tutup ateşi canlı tutma hizmetlerini kampçılara sağlıyorlarmış. Yazın daha sıcak günlerde böyle bir şekilde kamp yapmak çok eğlenceli olur her halde diye düşündük. Hele çocuklar biraz daha büyüsün...


Daha önceki aç aç sadece birkaç meyve yiyerek geçirdiğim ziyaretimden sonra bu sefer gayet tedarikliydik. Güzel bir piknik için gerekli herşeyi getirmiştik yanımızda. Zaten mangal yakmak için özel alanlar da vardı. Herşey tamam diye düşünürken tabii bizim gibi acemi piknikçilerin atladığı bir şeyi fark ettik. Mangal yakılacak yer var ama ateşin üzerine konulacak tel yoktu ve biz de getirmemiştik. Siz siz olun yanınızda getirmeyi unutmayın. Bir şekilde bir tel bulabildik ve güzel güzel mangalımızı yaptık... Ama keşke buralarda güzel yemek yeme tesisleri olsaydı da ne biz ne başkaları o güzel ortamı dumanla boğmasa. Mangal yapmakla vakit geçirmek yerine güzelliklere daha bir doyulsa...

Hava karardıktan bir süre sonra dönüş yoluna koyulduk. Dönüşte Bolu yolu üzerinden gitmeye karar verdik. Aydınlık bir dolunay akşamıydı. İki araba gitmenin güvencesiyle de bir buçuk saatte Bolu merkeze ulaştık...

Gezi Tarihi: Ekim 2012